Esaretten Çıkmanın Anahtarı Cesaret Korkuya-1


İçerik Kategorileri
C-LEVEL GENEL KÜLTÜR LIFESTYLE PERAKENDE Z KUŞAĞI

Son Yazıları
İK Yönetiminde 2025 Trendlerinin Ortak Noktası: Geleceğe Uyum Sağlamak
YAPAY ZEKA  GAYRİMENKUL  AVM  PERAKENDE  İNSAN KAYNAKLARI  SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK  C-LEVEL  TEKNOLOJİ  Z KUŞAĞI  MAĞAZACILIK  UZAKTAN ÇALIŞMA VE YENİ ÇALIŞMA MODELLERİ 
Esaretten Çıkmanın Anahtarı Cesaret-2
PERAKENDE  LIFESTYLE  GENEL KÜLTÜR  C-LEVEL  Z KUŞAĞI 
İnsan Değerleri Yönetiminin Yeni Paradigması: Çalışan Deneyimi
PERAKENDE  EĞİTİM  İNSAN KAYNAKLARI  C-LEVEL  TEKNOLOJİ 
‘7’ Rakamının Taşıdığı Mesajlar
DİĞER  LIFESTYLE  C-LEVEL 
Affetmek: Karşındakini Değil, Kendini Özgür Bırakmak
DİĞER  LIFESTYLE 
2025, 2 Ocak

Korkuya rağmen eyleme geçme hali 

Cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen eyleme geçme gücüdür. İnsan, korkularıyla baş başa kaldığında iki seçeneği vardır: Ya onlara teslim olur ya da içindeki cesaret kıvılcımını ateşler. Bu yüzden cesaret, insanın en derin ve kişisel mücadelesidir.

Rollo May, cesareti “varoluşun temel taşlarından biri” olarak tanımlar ve onun insan ruhunun gelişimi için bir gereklilik olduğunu savunur. Cesaret olmadan yaratıcılık, aşk ya da özgürlük mümkün değildir. Çünkü her yaratıcı eylem, her duygusal bağlanma ve her özgürlük arayışı, bir belirsizliğe adım atmayı gerektirir.

Cesaret olgusuna biraz felsefi biraz edebi perspektifinden baktıktan sonra kişisel dönüşüm için cesaretin ne anlam taşıdığını paylaşacağız. Cesaret, gizemli ve derin bir konudur. Cesaret gibi görünen davranışları, kolay gözlemleyebilir, hissedebiliriz, ancak bu davranışların altındaki gerçek cesaret, göründüğünden daha gizemli ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle cesaret, bir buzdağına benzetilebilir. Aynı bir buzdağı gibi, buzdağının görülen, gözlemlenebilen kısmının altında, çok daha büyük ve derin bir içerik, anlam barındırır. 

Bu nedenledir ki, cesaret tarih boyunca filozoflar ve bilim insanları tarafından önemini hiç yitirmeyen bir kavram olarak araştırılmış ve bu araştırmalar günümüze kadar gelmiştir. Sadece felsefecilerin değil, sosyal bilimlerin hemen hemen her alanında cesarete değinen çalışmalara rastlamak mümkündür. 
Cesaretin kökenlerine bakıldığında, Plato'nun Laches ve Aristoteles'in Nicomachean etik diyaloglarının, klasik cesaret yaklaşımının temel referansları olduğunu görülmektedir. Laches çoğunlukla cesareti konu alan bir diyalogdur. Sokrates ve iki general arasında geçen bir diyaloğu temsil eder. Bu diyalogda, cesaretin üç tanımı yapılmaya çalışılmıştır. Bunlardan ikisi Laches biri de Nicias tarafından yapılan tanımlamadır. Laches'in ilk tanımında, cesur bir adamın düşman karşısında kaçmayarak kendi pozisyonunu koruması, düşmanla savaşması vardır. Laches'in ikinci tanımında ise cesaret ruhun dayanıklılığı olarak belirtilmektedir. Nicias'ın yaptığı tanımlamada ise cesareti bilgi ile ilişkilendirerek, cesaretin savaşta korku ve kendine güveni ortaya çıkartan bir bilgi ile var olduğunu ve bunun sadece savaşta değil herhangi bir durumda da olabileceğini de belirtilir. 

Cesareti kapsamlı ilk tanımlamanın Aristoteles tarafından yapıldığı söylenebilir. Aristoteles cesareti veya bir kişinin cesur olması ve kutsal bir ölüm karşısında korkusuzluk olarak görür. Aristoteles'in ikinci cesaret ve cesur insan tanımlanmasında ise zor koşullar altında kişinin korku ile yüzleşmesi ve doğru şeylerden korkması, korkulması gerekenden doğru şekilde korkması, doğru bir dürtüyle korkması, doğru zamanda korkması ve kendine güven duyması şeklindedir. Burada kişinin duygularını kontrol etmesi ve duyguları üzerinde hakimiyet kurması ön plandadır. Bu iki tanımlamada cesur bir insanın ortalama bir korku seviyesine sahip olması ve bunu kontrol edebilmesi yani kontrol edilebilir bir korku hissetmesi ön plana çıkartılmaktadır. 

Bu anlamda, hissedilen korkunun kontrol altına alınarak, doğru olanın, yapılması gerekenin yapılması önemlidir. Önemli olan, korkunun kontrolüdür. Mevlana'nın şu sözleri, korku ve cesaret arasındaki ilişkiyi çok güzel açıklamaktadır, “Su, ateşe galiptir. Fakat su bir kaba girerse, ateş o suyu kaynatır ve yok eder.” Önemli olan bizi doğru olanı yapmaktan alıkoyan korkularımızı kontrol altında tutabilmek, korkularımızın esiri olmamaktır. Önemli olan, gerekeni yapma yönünde adım atabilmektir. 

Cesaret konusuna yer veren düşünürlerden biri de Montaigne'dir. Montaigne'in denemelerinde askeri cesaret üzerine olan yazılara sıkça rastlanmaktadır. Montaigne, denemelerinde 107 bölümün 94'ünde askeri örneklerden yararlanmıştır. Montaigne için cesaret, bireyin kendini onaylama veya kendini tanımlama biçimidir, bireyin dünyadaki özel yerini keşfetme ve onaylama girişimiyle yakından bağlantılı bir eylemdir. Montaigne için kendini anlama ve cesaret birbirine bağlıdır: Kendimizle ilgili gerçeği ortaya çıkarmak için cesarete ve cesurca hareket etmek için kendimizle ilgili gerçeğe ihtiyacımız vardır. Bu nedenle cesaret, bir ömür boyu yürütülen, mücadele yoluyla kendini keşfetme sürecidir. Bu kapsamda, Montaigne, mücadeleyi insan ahlaki mükemmelliğinin temel bir koşulu olarak görmüştür. Montaigne için cesaret, insan sınırlamalarının inkârı ile değil, farkındalığı ile ilgilidir. 

Rachman, cesaret üzerine deneysel araştırmalar yaparak, cesareti günümüzdeki çalışmalara ışık tutacak şekilde araştırmıştır. Rachman'nın bulguları sadece cesaretin ampirik incelenmesi değil, bir anlamda geçmişten gelen cesaret yaklaşımlarıyla günümüzdeki bulguların ilişkilendirilebilmesine olanak vermiştir. Buna göre korkan kişiler de cesur davranışlar sergileyebilirler. Cesaret zamanla kazanılan bir karakter özelliğidir. İnsanlar ciddi tehlikeler karşısında gereğini yapmayı öğrenebilirler. Korkuya rağmen sabır ve sebat göstermek cesaretin en saf formudur. Doğal korkusuzluk, gerçek ama çok nadir bir durumdur. Korkuyu tam anlamıyla yenebilen çok az sayıda insan vardır. Cesur davranışların pratiği zamanla korkunun azaltılmasına, hatta korkusuzluğa kadar gidebilen bir durum yaratabilir. 

Cesaret üzerine yapılan araştırmalarda, tehlikeli bir durum karşısında, etraflarındakinden farklı olarak cesur davrananlara, yani cesaret gösterenlere daha sonra “neden kendilerini tehlikeye atarak, cesur davrandıkları” sorulduğunda, “içimden gelen sesi dinledim, sanki o an bana yapılması gerekenin bu olduğu, bana kendi içimden fısıldandı” şeklinde cevaplar alınmıştır. Bu tespitler, cesaretin bir anlamda belirmediğini, temelinde bir ahlak ve/veya düşünce derinliği barındırdığını göstermektedir. 

Cesaret, insanın iç dünyasının en derin köşelerinde yankılanan bir çağrıdır. Felsefeciler ve edebiyatçılar asırlardır bu kavramın doğasını çözmeye çalışmış; kimisi cesareti bir erdem, kimisi bir delilik, kimisi de varoluşun anlamına ulaşmada bir araç olarak görmüştür. Cesaret, yalnızca savaş meydanlarında veya büyük fedakârlıklarda kendini gösteren bir kahramanlık değildir. O, bazen en karanlık korkularımızla yüzleşmek, bazen de bilinmezin uçurumuna adım atmaktır.
 

...Yazının devamı önümüzdeki ay yayınlanacaktır...

 

 

 

 

 

 

 

*Dijital Network Alkaş (“DNA”), blog yazarı tarafından DNA'da paylaşılan içeriklerin doğruluğundan, geçerliliğinden, güncelliğinden ve telif hakları konusundaki iddialardan sorumlu değildir. Tüm hukuki ve cezai sorumluluk blog yazarına aittir.